İnsanoğlu olarak yüzbinlerce yıl boyunca içinde bulunduğumuz küçük gruplarda, klanlarda yaşadık ve etrafımızda sayısı son derece sınırlı sayıda insan bulundu. Sonra yaklaşık 10-12 bin yıl önce yerleşik hayata geçtik ve köyler, şehirler oluşturduk. Bu şehirlerde binlerce insan bir arada yaşamaktaydı ve öncesinde mümkün olmayan bir şey mümkün olmuştu o da aynı şehirde yaşayan iki insanın birbirinden haberi bile olmadan yaşayıp ölmesiydi. Örnek vermek gerekirse 1480 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti olan İstanbul’un nüfusunun 60.000-70.000 civarında olduğu düşünülmektedir. Aradan çağlar geçti ve 18.yy’ın ikinci yarısında Batı Avrupa’da adına Sanayi Devrimi denilen bir süreç başladı. Aydınlanma’nın da etkisiyle bilimde, teknolojide, felsefede, siyasette, ekonomide insanoğlu yüzbinlerce yılda gösteremediği gelişmeyi birkaç on yılda kat etmeyi başardı. İçinde bulunduğumuz son yüz yılda bilgisayarlar, ev telefonları hayatımıza girdi. Daha dün denilebilecek kadar yakın olan bir tarihte ise cep telefonları, akıllı telefonlar, sosyal medya hayatımızın bir parçası oldu. Öyle bir parçası oldu ki insanlık bunlar olmadan ne yapardı sorgular hale geldik. Bu yazımda sizlere insanoğlunun dolayısıyla bizlerin hayatına giren akıllı telefonların ve daha özelde de sosyal medyanın milyonlarca yıllık insan evrimini ve binlerce yıllık insanlık medeniyetini görmezden gelerek bizi mutsuzluğa, yalnızlığa, anksiyeteye, depresyona hatta intihara sürüklediğini delilleriyle göstermektir. Burada sizlere sunacağım deliller Jean M. Twenge’in yazmış olduğu iGen kitabından gelmektedir. Bu kitapta Jean Twenge Amerika toplumunda Z kuşağının sosyal medya kullanımı, sosyalleşme, randevulaşma, dışarıda zaman geçirme, mental problemler vb. açılardan durumunu değerlendirmiş ve Z kuşağını önceki Amerikan kuşakları ile karşılaştırmıştır. Bu kitaba sosyal medyanın bilhassa kucağında akıllı telefonla doğan yeni nesle olan çeşitli etkilerini göstermesi açısından son derece önem veriyorum. Buradaki veriler Amerikan toplumunun bir özeti olsa da kitapta Jean Twenge’İn de belirttiği gibi akıllı telefonlara ve sosyal medyaya ulaşımın olduğu hemen her yerde benzer etkiler görülmektedir. O sebeple burada anlatılanları, maalesef bu konuda ülkemizde Amerika ve diğer batı ülkelerinde olduğu gibi sistematik çalışmalar olmadığından, ülkemize de uyarlayabiliriz sadece oranlar farklılık gösterecektir.
1-) Mutsuzluğun iki yüzü:
2-) Afili yalnızlık:
3-) Depresyon pandemisi:
Çocuklara ve genç
erişkinlere şu ifadelere katılıp katılmadıkları sorularak sosyal medya
kullanımı ile depresyona meyil arasındaki ilişki irdelenmiştir. İfadeler
şunlardır: “Hayat sıklıkla anlamsız geliyor”, “Geleceğe yönelik umudum yok”,
“Hiçbir şeyi doğru yapamıyor gibi hissediyorum”, “Hayatımın işe yaramaz
olduğunu hissediyorum”, “Herkes kadar ben de hayattan zevk alıyorum”, “Yaşamak
güzel hissettiriyor”. Bu sorulara
verilen yanıtlar ile bilimsel bir depresyon tanısı konulamasa da en azından
kıyaslamalı olarak kimlerin depresyona daha meyilli olduğunu dair bir fikir
edinebiliriz. Burada da veri göstermektedir ki ekran önünde geçirilen zaman
arttıkça kişinin depresif hissetme ihtimali de artmaktadır. Tam tersi şekilde
ekran önünde geçirilen zaman azaldıkça da kişinin depresif bir durumda olma
ihtimali azalmaktadır.
Ayrıca cinsiyetler arası şu
farka da değinmek lazım ki sosyal medya genç kızlar için daha büyük bir
tehlike arz etmektedir. Nitekim cinsiyetlere göre ayrılarak incelendiğinde
açıkça görülmektedir ki sosyal medya kullanımının kızlara olan etkisi
erkeklerden daha fazladır ve kadınlar depresyona girmeye daha meyillidir. Aşağıdaki
veriye göre 12-17 yaşları arası kişilerde son 12 aylık zaman zarfı içinde majör
depresif bozukluk görülme ihtimali görülmektedir. Burada bilhassa kızlarda her
100 genç kızdan 20’sinin majör depresif bozukluk yaşadığını düşünürsek korkunç
bir oranla karşı karşıya olduğumuzu fark ederiz.
4-) Bir katil olarak sosyal medya ve intihar eden gençler:
Sosyal
medya kullanım süresi arttıkça kişinin mutsuz, yalnız, depresif hissetme
ihtimalinin de arttığından bahsettik. Tüm bunlar ve daha fazlasını bir araya
getirirsek bu yolun güzel bir yere çıkmayacağını anlamak zor olmasa gerek:
İntihar. Yine eldeki veriler göstermektedir ki ekran önünde geçirilen süre
arttıkça kişinin intihara meyli de artmaktadır. Spor/egzersiz ile uğraşmak tam
tersi intiharı azaltırken TV bile riski o kadar arttırmamaktadır. Burada
verinin bize gösterdiği ise bilhassa günde 2 saatin üstünde ekran önünde zaman
geçirmek intihar meylini ve mutsuzluk hissini ciddi oranda artırmaktadır.
Sonuç kısmında şunu belirtmek isterim ki ülkemiz birebir
Amerika ile aynı şekilde değerlendirilemez. Bizim ülkemizin gençlerini mutsuz
edecek, depresyona girmelerine sebep olacak, intihara meylettirecek sebepler
şüphesiz bir Amerikalı ile aynı değildir fakat dünyayı etkileyen bir olgu olan
sosyal medya çılgınlığından ülkemizin hiç etkilenmediğini düşünmek de naiflik
olacaktır. Veriler açıkça akıllı telefon ve bilhassa da sosyal medya platformlarının
aktif kullanımının başta genç kızları ve erkekleri olmak üzere herkesi kötü
etkilediğini; onları mutsuz, yalnız hissetmeye meyilli hale getirdiğini,
depresif düşüncelerin zihinlerini meşgul etmesine sebep olduğunu ve intihara
sürükleyecek kadar hayatlarını alt üst ettiğini göstermektedir. Bu durumda
herkese ve bilhassa küçük kardeşlerime ve yaşıtlarıma tavsiyem; zamanlarını, sözde
sosyalleşme adına ekran önünde yalandan mutluluklara bakarak geçireceklerine
okuyarak, yaşayarak, gezerek, yeni şeyler öğrenerek, egzersiz yaparak, uğruna
değecek şeyler için mücadele ederek ve değerli insanlarla arkadaşlık kurarak geçirmeleri
olacaktır.
Kaynaklar:
Jean M.Twenge, iGen, Atria Books Yayınları, 86-123
https://education.nationalgeographic.org/resource/hunter-gatherer-culture/
https://www.britannica.com/place/Istanbul/Centuries-of-growth
Bir de gençlerimiz bunun farkına varsa.Teşekkürler güzel çalışma
YanıtlaSilUmarım bu yazı bir kişinin bile olsa fark etmesini sağlar. Teşekkür ederim Ufuk hocam yorumunuz için.
Sil