“O gölün muhteşem manzarası karşısında nefesim kesilmiş bir şekilde hayretle doğayı seyrediyordum. Yaşam bu gölün içinden ruhuma doğru akıyordu. Kuş cıvıltıları eşliğinde yeryüzündeki bu küçük cennetin kıyısında durmuş Nietzsche’nin ölümü ve Tanrı'nın varlığı hakkında düşünüyordum. Şöyle bir hikâye anlatılır: Bir ihtiyar elinde feneriyle günün ortasında, Güneş tam tepedeyken acele ile delicesine koşturuyormuş şehir meydanında ve hıçkırıklara karışmış gözyaşları içerisinde şu soruyu soruyormuş meydanda gördüğü insanlara, ‘Tanrı nerede, Tanrı’yı gören oldu mu?’ İnançsız bazı kimseler alay etmiş adamın bu haliyle ve imansızlıklarını, gözleri yaşlı ihtiyarın suratına haykırmışlar. Elinde feneriyle günün ortasında Güneş tam tepedeyken Tanrı’yı aramaya devam etmiş o adam. Sonra şöyle der Nietzsche: ‘Tanrı öldü, onu biz öldürdük.’ Burada Nietzsche, binlerce yıllık değerlerinden ve inançlarından kopmuş bir Batı Medeniyetini temsil ediyordu o ihtiyar adamın suretinde ve Tanrı’sını kaybetmiş her millet gibi Güneş tepede bile olsa elinde fenerle tanrısını arıyordu, hayatın anlamını arıyordu Batı Medeniyeti. Nietzsche’nin bu belirsizlik ve karanlığa, tanrısızlığa çözümü ise Uzak doğu felsefesinden ithal edilmişti, o da insanın Tanrı olması, üstün insana ulaşmak ve insanın kendi değerlerini yaratmasıydı. Tarihte belki de bir milyonuncu kez insanlar kendini tanrı ilan etti ve kendi sınırlı ilmiyle kendi hayat amacını ve değerlerini üretti ve karşımıza 20.yy’ın Faşist rejimleri, Lenin ve Stalin’in Musa rolüne soyunduğu devrimcilik, Batı Avrupa’nın kendi değerlerini dünyanın 'geri kalmış' kısımlarına pek de medeni sayılmayacak bir şekilde empoze edişi çıktı. Bir medeniyet olarak yer çekiminden, termodinamiğe, zamanın göreceliğinden, evrenin başlangıcına kadar birçok şeyi keşfeden Batı, insanın kendi değerlerini yaratamayacağını, hayatın nihai anlamının bizim tarafımızdan belirlenemeyeceğini anlayamadı. Karşımdaki şu enfes manzaraya bakarken şu doğayı, şu ağaçları, tepemde duran masmavi göğü düşündüm ve benden, babamdan, dedemden bile önce burada var olan bu ağaca hayretle baktım. İnsanlığın yazılı tarihinden bile eski olan şu göle saygı duydum ve insanlığın kendisinden bile eski şu tepemde duran göğün maviliğinde kayboldum, zarafetinin önünde sadece sustum. Bu manzarayı gören gözlerimin yanımda tuttuğum kandile ihtiyacı yoktu, karanlıklarda kayıp değildim ben, benim değerlerim vardı. Kandilin mumuna sakince üfledim ve karanlığın sahte ışığını söndürdüm. Batı'nın ve tanrısını pis işlerine alet eden Doğu'nun anlaması lazım ki anlam bize verilir, biz seçmez veya belirlemeyiz. Anlamamız lazım ki değerleri kendimiz yaratamayız. Nietzsche'nin üst insanı öldü, daha doğrusu hiçbir zaman var olmadı, her birimiz üstün ve zayıf yanlarımızla aynı zayıf, güçsüz, kibirli, sevgiye ve dostluğa muhtaç yaratıklarız. Nietzsche öldü fakat Tanrı, ölümün yegane efendisi olarak sonsuza kadar yaşayacaktır.”
Yorumlar
Yorum Gönder